22 Ocak 2012 Pazar

Üç Kitap Birden


 The Beatles - Norwegian Wood
 Taze bloggerım ya hiç rahat durmuyorum; sürekli blogumun şuyunu buyunu değiştirip, bir şeyler ekleyip, çıkarıp duruyorum. 
  Efendim daha önce bahsetmiştim; ben aynı anda iki, üç kitap okumayı seviyorum(evet, yapıyorum arada öyle). Şimdi hazırda beni bekleyen onlarca kitap olunca hangisini önce okuyacağıma bir türlü karar veremedim doğal olarak. Uzun kararsızlıklarım sonunda iki yeni kitaba başladım, devam ettiğim kitabımla beraber etti mi sana üç!

  Asıl kitabım Haruki Murakami'den İmkânsızın Şarkısı...
  Hakkında şimdiden çok fazla şey söylemek istemiyorum ama daha 38. sayfasında olmama rağmen uzun zamandır böyle sağlam bir kitap okumamıştım diyebilirim. Arka kapaktan çıtlatmak gerekirse;
"Odasında, yatağının üstünde kucaklaştık. Onun uyku tulumunun içinde, yağmuru dinlerken öpüştük, sonra şundan bundan konuştuk, her şeyden, dünyanın oluşumundan tut da, rafadan yumurtanın nasıl pişirileceğine değin."
68'in esintilerini taşıyan üniversite hayatı ile müziğin muhteşem bir harmanı. Sonsuz bir sevecenlik ve şiirsellik, yoğun bir erotizm. İmkansızın Şarkısı, genç bir adamın güçlüklere birlikte göğüs germe umuduyla ilk aşkına geri dönüşünün olağanüstü hikayesi. Ölüm acısıyla, delilikle ve aşkla ilk karşı karşıya kalış, saf aşkı arayıştan vazgeçmeden bilinçli bir özgürlüğe kavuşmanın büyüleyici anlatısı. Salinger ve Fitzgerald etkisi taşıyan romanda, Murakami'nin yaşamöyküsünden yansımalar da var.

  Uyumadan önce merakıma daha fazla dayanamadım ve aldım elime Yürüyen Şato'yu. Amaniiin ne mükemmel şeymiş bu öyle. Harika bir masal tadında roman ama aslında masal(ne diyorum ben?)... Tek söyleyebileceğim gecenin üçünde dayanamayıp aldım elime kâğıdı, kalemi kitabın baş kahramanıyla ortak yanlarımı yazdım :) Hayır, ciddi anlamda dikkatimi çekmeseydi, yapmazdım böyle bir delilik. Arka kapak der ki;
Hayao Miyazaki’nin Oscar adayı olan animasyon filmi Yürüyen Şato’nun asıl hikâyesi…

Diana Wynne Jones’un usta kaleminden çıkan eğlenceli, macera ve sürprizlerle dolu olağanüstü bir roman… 

Sophie Hatter üç kız kardeşin en büyüğü olmak gibi kara bir talihe sahiptir, öyle ki kısmetini aramak için evinden bile ayrılamamaktadır. Ancak farkında olmadan Çöl Cadısı’nın hiddetini üstüne çektiğinde, korkunç bir büyünün etkisi altında kalır: O artık yaşlı bir hanımdır. Bu berbat durumdan kurtulmasının tek yolu, tepelerde durmadan hareket eden bir şatodan, Büyücü Howl’un şatosundan geçmektedir. Sophie büyünün bozulmasını sağlamak için, kalpsiz Howl’la başa çıkmaya, bir ateş ciniyle pazarlık yapmaya ve Çöl Cadısı’yla karşı karşıya gelmeye mecburdur. Bu macera sırasında Howl’un ve kendisinin bilinmeyen ve olağanüstü yanlarını keşfedecektir.



Ve bir süredir okuduğum Can Dündar'dan, Canım Erdalım Sevgili Babacığım...
 Benim gibi bir fizikçi olan Erdal İnönü'nün master ve doktora için Amerika'ya gittiği yıllarda İsmet İnönü ile olan mektuplaşmalarını içeriyor. Aslında bu kitabı çok sevmeme rağmen, hep aynı konular(mali hesaplar, selamlar, dersler, sağlık durumları...) üzerine yazılmış mektuplar olduğu için tek seferde oturup bitiremedim, ama muhakkak bitireceğim, söz!
 Kitabı sevmemin en önemli nedeniyse Erdal İnönü'nün CalTech'te okuyor oluşu, bir bakıma kıskançlığımın sebebi!
  Arka kapak der ki;
Can Dündar'ın yayına hazırladığı Canım Erdalım, Sevgili Babacığım, İsmet İnönü ile Erdal İnönü'nün mektuplaşmalarından oluşan bir kitap.
Erdal İnönü, Eylül 1947'de fizik okumak üzere Amerika'ya gidiyor ve kendisinden önce gitmiş olan ağabeyi Ömer'le buluşuyor. İki kardeş eğitimlerini sürdürürken, bir yandan da babalarıyla yazışıyorlar. Erdal, daha İstanbul'dan uçağa biner binmez kaleme sarılıyor. Gördüğü, yaşadığı her şeyi, yaptığı her harcamayı, neredeyse girdiği her dersi babasına anlatıyor. Zaten babası da bunları mektuplarında ona tek tek soracak.
O dönemde Türkiye'de ve dünyada yaşananlar da elbette bu mektuplara yansıyor... Soğuk savaş, atom bombasıyla ilgili gelişmeler, petrol kavgaları, doğal afetler, CHP'nin iktidarı kaybedişi, ailenin yaşadığı gerilimler, örneğin Ömer'in bir trafik kazası bahane edilerek dava edilmesi, Erdal'ın Amerika'da gizlice evlendiği dedikodusu ya da konser haberleri, kitaplar, resim sergileri...
Tarihimizde derin izler bırakmış baba oğulun mektuplarına fotoğraflar, kartpostallar, döneme ait gazeteler, çeşitli belgeler de eşlik ederek Can Dündar belgesellerine has bir zenginlik katıyor.
  Bu üç kitabı çok severek okuyorum. En kısa zamanda bitirip her biri için dolu dolu postlar yazacağım, zira haklarında söyleyecek çooook sözüm var!
                                                                 İYİ OKUMALAR...

2 yorum:

  1. Ben de Murakami ile tanışmak istiyorum artık. Zamanı geldi. :)

    YanıtlaSil
  2. bence de bir an önce tanışmalısın, imkansızın şarkısı başlangıç için iyi bir adres (şimdilik aldığım yola bakarak söylüyorum) ;)

    YanıtlaSil