30 Ocak 2012 Pazartesi

Handsome Men's Club

  Jimmy Kimmel Live'dan bir parodi, Handsome Men's Club...


  Birçok yakışıklı ünlünün üyesi olduğu bu kulübe bence çok güleceksiniz :) Aslında 2010 yılında yayınlanmış ama ben daha yeni keşfettim.
  Matt Damon, Ethan Hawke, Sting, Ben Affleck, Josh Hartnett, Lenny Kravitz ve dahası... Ben en çok Lenny Kravitz'in kısmına güldüm :)
 
  Sonunda süper bir süpriz bile var :) İYİ SEYİRLER...

27 Ocak 2012 Cuma

ÇINAR-OCAK SAYISI

 
  Daha önce de bahsetmiştim, ben Bilkent Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğunun online kültür yayını Çınar'da yazmaktayım. Daha çok yeni bir dergiyiz ve hepimiz acemiyiz, yalnız elimizden gelenin en iyisini yapmak istiyoruz. Bu sebeple basılı çıkabilmemiz için kendimizi online olarak kanıtlamamız lazım! Şu an Şubat sayısı için Hayao Miyazaki üzerine yazıyorum. Ama bugünlük blogumda in cin top koşturmasın diye sizleri geçte olsa Ocak sayımızla tanıştırmak isterim.
  ÇINAR DERGİ OCAK SAYISI İÇİN BURADAN LÜTFEN :) Daha önceki sayılarımızda yine aynı yerde mevcuttur!
Göz atmadan geçmeyelim!!! Ayrıca "Cinayet Kraliçeleri" Agatha Christie ve Tess Gerritsen üzerine olan yazı bana aittir! Dört gözle değerli eleştiri ve yorumlarınızı beklemekteyim, okuyan kimse yorum yapmadan geçmesin lütfen.

                                                                               İYİ OKUMALAR

26 Ocak 2012 Perşembe

!IT'S MICHAEL FREAKING JACKSON!

Dikkat, Dikkat!

  Biliyorum bazılarınız Glee'yi sevmiyor, hatta bazılarınız nefret ediyor(buldum öyle birkaç terbiyesiz :) ), bazılarınız sadece adını duymuş. ama bazılarınız da hiç bilmiyor (çoook ayıp, çok!).
Evet, ben bir Gleekoliğim. Evet, bu diziyi ÇOK seviyorum (sizin içten içe Adını Feriha Koydum u yada Behzat Ç. yi sevdiğiniz gibi). Yalnız benim sizlerden farkım, bu diziden kâr sağlamak! Kâr demişken hemen demeyin "belli zaten Glee aşağı, Glee yukarı; vardır bunda bir iş diye", benim kârım tamamen müzikal. Valla da billa da müzik kültürüm arttı ya, yeminle (çarpılmam merak etmeyin, çünkü doğru!)
  İşte benim bu işe yarar dizim, bu seferde bir Michael Jackson bölümü hazırlamış, haftaya nasipse kısmetse  yayınlanıyor. Çok sakin mi söyledim?(bak şimdi bağırıyorum böyle Justin Biber görmüş ergen gibi öyle hayal et!)

                                   !IT'S MICHAEL FREAKING JACKSON!
  Siz aldınız mesajı, ben sizi Smoooooth Criminal ile başbaşa bırakayım :)



Bu da bonus;
 Michael'dan iyi demiyorum elbette, estağfurullah ama iyi şimdi kabul edin! Kabul Et! :) 



24 Ocak 2012 Salı

Biz Bugün Çooook Eğlendik

  Bugün liseden arkadaşlarımla Ortaköy'e gezmeye gittim ben :) Geleneksel FenA buluşmaları diyorum ben bu gezmelere. Yalnız bir Ortaköy için kaç tane araba değiştirdik öyle. Hadi gidişi geçtim, dönüşte aman aman ne yol yürüdük, kaç tane arbaya bindik say say bitmez.
  Önce yanlış durakta beklemişiz, sonra otobüs bekledik, sonra Levent'te inmemiz gerekirken trafik sıkışıklığına dayanamayıp indik erkenden, taaa Zincirlikuyu metrobüs durağına kadar yarım saat yürü babam yürü. Asıl çile orada başlıyor. İş çıkışı ne kadar sinirli bu insanlar ya, sıranın en önündeyim otobüs geldi mi bir bakıyorum en arkaya kalmışım!
 Neyse böyle araba bir geçti binemedik. 
 İki geçti binemedik.
 Üç, dört derken artık herhalde altıncı ya da yedinci arabaya bindik onda da çoğumuz ayaktaydı zaten...
Amaaan neyse ben çoook eğlendim canlarımla, yılda bir bilemedin iki görüyoruz zaten birbirimizi.
                            
                                 Bu da şımarık ben ve klasik Ortaköy kumpiri :)

Bakıııın burada da dört senelik canlarım :)

Size klasik bir boğaz pozuyla iyi günler dilerim :)

Son olaraaaak;
Teoman'dan Mavi Kuş ile Küçük Kız; gel Ortaçgil dinleyelimmmm :)


23 Ocak 2012 Pazartesi

Görüyorum Dostlar :)

  Nevet, nartık, görrüyorum :)
Yedi yaşımdan beri mahkum olduğum gözlüklerimden kurtulup sonunda lenslerime kavuştum ve artık görüyorum hem de burnumun üzerinde hiçbir şey olmadan :)
  Veee veee lenslerimi takarken hiçte öyle zorlanmadım yoooo, böyle hemencecik taktım çıkardım, taktım çıkardım :) Öyle böyle değil aşırı sevindim, annem dalga geçip duruyor :))
  Bu postu deli mutluluklarımla bitirmeyeceğim elbette, iki gündür Hayao Miyazaki animelerine taktımda taktım. Ruhların Kaçışı ve Yürüyen Şatoyu izledim, devamda edeceğim ve bir sonraki dergi yazımın konusu olarak başarılı yönetmen Hayao Miyazaki'yi seçtim! Bu sebeple şimdilik bu animeler hakkında fazla bir söz söylemek istemiyorum, yalnız dergimiz çıkar çıkmaz( her ayın altısında online olarak çıkmakta) sizinle de paylaşacağım. Eleştirilerinizi dört gözle beklemekteyim, sakın acımayın!!


  Bu da daha biraz önce izlediğim Yürüyen Şato'nun final sahnesinin şarkısı, bence muhteşem bir şey, sizce??

22 Ocak 2012 Pazar

Üç Kitap Birden


 The Beatles - Norwegian Wood
 Taze bloggerım ya hiç rahat durmuyorum; sürekli blogumun şuyunu buyunu değiştirip, bir şeyler ekleyip, çıkarıp duruyorum. 
  Efendim daha önce bahsetmiştim; ben aynı anda iki, üç kitap okumayı seviyorum(evet, yapıyorum arada öyle). Şimdi hazırda beni bekleyen onlarca kitap olunca hangisini önce okuyacağıma bir türlü karar veremedim doğal olarak. Uzun kararsızlıklarım sonunda iki yeni kitaba başladım, devam ettiğim kitabımla beraber etti mi sana üç!

  Asıl kitabım Haruki Murakami'den İmkânsızın Şarkısı...
  Hakkında şimdiden çok fazla şey söylemek istemiyorum ama daha 38. sayfasında olmama rağmen uzun zamandır böyle sağlam bir kitap okumamıştım diyebilirim. Arka kapaktan çıtlatmak gerekirse;
"Odasında, yatağının üstünde kucaklaştık. Onun uyku tulumunun içinde, yağmuru dinlerken öpüştük, sonra şundan bundan konuştuk, her şeyden, dünyanın oluşumundan tut da, rafadan yumurtanın nasıl pişirileceğine değin."
68'in esintilerini taşıyan üniversite hayatı ile müziğin muhteşem bir harmanı. Sonsuz bir sevecenlik ve şiirsellik, yoğun bir erotizm. İmkansızın Şarkısı, genç bir adamın güçlüklere birlikte göğüs germe umuduyla ilk aşkına geri dönüşünün olağanüstü hikayesi. Ölüm acısıyla, delilikle ve aşkla ilk karşı karşıya kalış, saf aşkı arayıştan vazgeçmeden bilinçli bir özgürlüğe kavuşmanın büyüleyici anlatısı. Salinger ve Fitzgerald etkisi taşıyan romanda, Murakami'nin yaşamöyküsünden yansımalar da var.

  Uyumadan önce merakıma daha fazla dayanamadım ve aldım elime Yürüyen Şato'yu. Amaniiin ne mükemmel şeymiş bu öyle. Harika bir masal tadında roman ama aslında masal(ne diyorum ben?)... Tek söyleyebileceğim gecenin üçünde dayanamayıp aldım elime kâğıdı, kalemi kitabın baş kahramanıyla ortak yanlarımı yazdım :) Hayır, ciddi anlamda dikkatimi çekmeseydi, yapmazdım böyle bir delilik. Arka kapak der ki;
Hayao Miyazaki’nin Oscar adayı olan animasyon filmi Yürüyen Şato’nun asıl hikâyesi…

Diana Wynne Jones’un usta kaleminden çıkan eğlenceli, macera ve sürprizlerle dolu olağanüstü bir roman… 

Sophie Hatter üç kız kardeşin en büyüğü olmak gibi kara bir talihe sahiptir, öyle ki kısmetini aramak için evinden bile ayrılamamaktadır. Ancak farkında olmadan Çöl Cadısı’nın hiddetini üstüne çektiğinde, korkunç bir büyünün etkisi altında kalır: O artık yaşlı bir hanımdır. Bu berbat durumdan kurtulmasının tek yolu, tepelerde durmadan hareket eden bir şatodan, Büyücü Howl’un şatosundan geçmektedir. Sophie büyünün bozulmasını sağlamak için, kalpsiz Howl’la başa çıkmaya, bir ateş ciniyle pazarlık yapmaya ve Çöl Cadısı’yla karşı karşıya gelmeye mecburdur. Bu macera sırasında Howl’un ve kendisinin bilinmeyen ve olağanüstü yanlarını keşfedecektir.



Ve bir süredir okuduğum Can Dündar'dan, Canım Erdalım Sevgili Babacığım...
 Benim gibi bir fizikçi olan Erdal İnönü'nün master ve doktora için Amerika'ya gittiği yıllarda İsmet İnönü ile olan mektuplaşmalarını içeriyor. Aslında bu kitabı çok sevmeme rağmen, hep aynı konular(mali hesaplar, selamlar, dersler, sağlık durumları...) üzerine yazılmış mektuplar olduğu için tek seferde oturup bitiremedim, ama muhakkak bitireceğim, söz!
 Kitabı sevmemin en önemli nedeniyse Erdal İnönü'nün CalTech'te okuyor oluşu, bir bakıma kıskançlığımın sebebi!
  Arka kapak der ki;
Can Dündar'ın yayına hazırladığı Canım Erdalım, Sevgili Babacığım, İsmet İnönü ile Erdal İnönü'nün mektuplaşmalarından oluşan bir kitap.
Erdal İnönü, Eylül 1947'de fizik okumak üzere Amerika'ya gidiyor ve kendisinden önce gitmiş olan ağabeyi Ömer'le buluşuyor. İki kardeş eğitimlerini sürdürürken, bir yandan da babalarıyla yazışıyorlar. Erdal, daha İstanbul'dan uçağa biner binmez kaleme sarılıyor. Gördüğü, yaşadığı her şeyi, yaptığı her harcamayı, neredeyse girdiği her dersi babasına anlatıyor. Zaten babası da bunları mektuplarında ona tek tek soracak.
O dönemde Türkiye'de ve dünyada yaşananlar da elbette bu mektuplara yansıyor... Soğuk savaş, atom bombasıyla ilgili gelişmeler, petrol kavgaları, doğal afetler, CHP'nin iktidarı kaybedişi, ailenin yaşadığı gerilimler, örneğin Ömer'in bir trafik kazası bahane edilerek dava edilmesi, Erdal'ın Amerika'da gizlice evlendiği dedikodusu ya da konser haberleri, kitaplar, resim sergileri...
Tarihimizde derin izler bırakmış baba oğulun mektuplarına fotoğraflar, kartpostallar, döneme ait gazeteler, çeşitli belgeler de eşlik ederek Can Dündar belgesellerine has bir zenginlik katıyor.
  Bu üç kitabı çok severek okuyorum. En kısa zamanda bitirip her biri için dolu dolu postlar yazacağım, zira haklarında söyleyecek çooook sözüm var!
                                                                 İYİ OKUMALAR...

21 Ocak 2012 Cumartesi

RAIN


Eurythmics'ten Sweet Dreams


  Challengeımın ikinci kitabı Rain'i dün gece sonunda bitirebildim, göz yaşları içinde...
  Yani inanın ben kitabın başkahramanı Rain'den daha fazla ağlamışımdır, kızım ne tuhaf şeysin sen öyle. Kitabın başlarında; ben böyle acı, böyle ızdırap görmedim yazık bu kıza falan filan diyordum ama kitap ilerledikçe kızın içindeki tüm pisliği de hissettim. Şimdi okuyanlar diyebilir ne hissettin öyle, zavallıcık zaten neler neler yaşadı falan ama yoooook ben onun iki lafından iki kaşından anladım içindeki yılanı! 

 Kitabın konusundan daha önce bahsetmiştim, yine de arka kapaktan konuyu aktarmak gerekirse;
 Gettoda büyüyen Rain Arnold, iyi bir evlat olmak için elinden gelen bütün çabayı gösteren bir insan, aynı zamanda çalışkan bir öğrencidir. Cüretkâr kız kardeşinin aksine, hayatta kalabilmek için caddelerde kol gezen tehlikelerden uzak durur... ve çok haklıdır. Fakat Rain, kendini yaşadığı dünyaya ait hissetmemektedir, kendi dünyasında bir yabancı gibidir. Ve bir gece duymaması gereken konuşmalara kulak misafiri olur. Geçmişinde saklı sırlar, yaşamını hayal edemeyeceği bir şekilde değiştirecektir. Göz açıp kapayıncaya kadar çok sevdiği ailesini bırakıp, hiç tanımadığı insanlarla, zengin Hudson ailesi ile yaşamaya gider. Fakat kendini bu zengin ve ayrıcalıklı dünyaya da yabancı hisseder. Belirsizlikler içerisinde kıvranırken, kurtuluşu özel bir tiyatro okulunun duvarları arasında bulur. Ama bütün bunlar yüreğinin derinliklerindeki boşluğu doldurmasına ve yuvam diyebileceği bir yere sahip olmasına yetecek midir?..
 İşte böyle garibimin hali... Rain Hudson serisinin ilk kitabıymış, toplam dört kitap var seride, mümkün olursa mutlaka okuyacağım, bakalım daha neler gelecek başına adaşımın...
  Sonunda bir V.C.Andrews kitabı okumuş oldum, ben böyle korku gerilim tarzı bir kitap beklemiştim (Çatı serisini hiç okumadım ama uzaktan bana korkunç göründü, beklentimin sebebi bu olsa gerek) oysa karşıma Kemalettin Tuğcu'dan beter biri çıktı. Bu kadar olaya kızda ki bu tutarsızlıklar da normal hani! 

  PS1: Serinin diğer kitaplarının adları Şimşek, Fırtına, Gökkuşağı. Hmm... çok manidar :)
  PS2: Bizim bu Rain zenci! Peki kapaktaki Samara kılıklı bayan ne iş, kitabın içeriğiyle de hiçbir alakası yok. Kapağı tasarlayan arkadaşın kitabı okumadığı çok aşikar!  
  PS3: Eurythmics'ten Sweet Dreams bence bu serinin filmi çekilicek olsa (ki bence film az gelir dizi olur bundan dizi!) soundtrack falan olmalı!
  ÇOK BÜYÜK DÜZELTME; Rain'in zaten filmini yapmışlar, bir koşu izleyip geliyorum!
                                                                        
                                                               İYİ OKUMALAR...

20 Ocak 2012 Cuma

!gLee!

  Elimdeki bütün dizileri tüketmişken en sevdiğim dizinin, GLEE'nin :) son bölümündeki performansları paylaşmak isterim. Ne kadar Gleek o kadar Loser. Ay pardon ne dedim ben???  :)


Without You...




The First Time Ever I Saw Your Face




Bu bölümdeki favori şarkım, aslı Rihanna'dan We Found Love


Hepsi bu kadar değil elbette bunlar benim en beğendiklerim, geri kalanı için sizi buraya alalım...
Görüntü kalitesi berbat olabilir ama önemli olan müzikler, çok beğendiyseniz gidin izleyin lütfen, lütfeeeen!


19 Ocak 2012 Perşembe

The Secret Circle

Bu müziği duyduğumda kanım çekiliyor, Children Of The Corn izliyorum sanki.



  İki günlük dizim The Secret Circle'ın jenerik müziği sizi beni etkilediği kadar etkiler mi bilmiyorum. Ancak boş bir vaktime geldiği için bu kadar uzun süre (uzun süre derken peş peşe sekiz bölümü kastediyorum) izleyebildiğim bir gerçek. Demek istediğim bir süredir maruz kaldığım vampir- kurtadam takımından sonra (onları sevmediğimden değil ama fazla olmadılar mı?) eskiye bir dönüş yapıp sadece cadılara odaklanan bir dizi fikri hoş oldu.


cnbce.com dan dizinin konusunu aktarmak gerekirse;
Dawson's Creek'in yaratıcısı Kevin Williamson imzalı yeni fantastik/gençlik dizisi The Secret Circle, nesillerdir Chance Harbor kasabasında yaşayan cadı ailelerinin en genç üyeleriyle tanıştırıyor bizleri. 

Bir gün nedensiz yere lastiğinin patlaması üzerine eve geç kalan Cassie annesine telefon edip durumu açıklamaya çalışır. Ancak bu konuşmanın annesiyle yapacağı son konuşma olduğundan habersizdir. O lastiğini değiştirirken annesi gizemli bir adamın çıkardığı büyük yangında can verir ve Cassie büyükannesinin yaşadığı Chance Harbor kasabasına taşınmak zorunda kalır. Cassie bu kasabada bir cadı olduğunu ve kasabadaki genç cadıların bazılarının ailelerinin de gizemli bir yangına kurban gittiğini öğrenir. Okul arkadaşlarının kurduğu Secret Circle’a katılan Cassie, ilk aşkıyla da tanışır ve macera başlar
  
  Dizi genel olarak yılların teenage horror ına dayanıyor ancak şu zamana kadar (8 bölüm) ben herhangi bir korku unsuruyla karşılaşmadım. Yani nerede Buffy The Vampire Slayer nerede Secret Circle, One Tree Hill izler gibi izliyorum şahsen. Dediğim gibi yapacak daha iyi bir şeyler olsa o kadar sarmazdım ama yinede merak ediyor insan bir sonraki bölümü. 
  Puanlamak isteseydim ki istedim birden :) 5 üzerinden 3.5 bilemedin 3.75 verirdim. İnsaflıyım yine ;)
PS: Stephen King'ten "O" yu okurken bu müziği dinlemeye karar verdim, bence etkisi büyük olacak...

18 Ocak 2012 Çarşamba

İşsizim ama bakın ne buldum!

  Hazırlıktayken listeningimi geliştirmek için Ted Talks dinlerdim. Ted Talks çeşitli dallarda uzmanların konuşmalarını içeriyor. O zaman bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Elif Şafak'ın The Politics of Fiction konuşmasını dinlemiştim ve gerçekten etkilenmiştim. İşsizliğin sınırlarında dolaştığım bu tatilde aklıma nerden geldi bilmiyorum ama açtım yeniden dinledim bu konuşmayı, ve bir kez daha etkilendim. Sizin de beğeneceğinizden eminim, iyi seyirler...




 Come, let us be friends for once; 
 Let us make life easy on us;
 Let us be lovers and loved ones;
 The earth shall be left to no one.


Türkçe altyazılısını izlemek için buraya bakabilirsiniz!

17 Ocak 2012 Salı

Wicked, Once Upon A Time, Bizim Kafenin Kızları


  Glee'den Defying Gravity

 Something has changed within meSomething is not the sameI'm through with playing by the rulesOf someone else's game...Defying Gravity aslında Broadway müzikali Wicked'den bir parça. 
Tony ödüllerinde sahnelenen performans için buraya bakabilirsiniz.
Glee'de söylenen çoğu şarkı için "Glee versiyonu daha iyi" kalıbı kullanılır(tabii benim gibi Gleekolikler tarafından kullanılır bu cümle ve çoğu sefer haklıyızdır :) ). Ama bu sefer Wicked müzikalindeki muhteşem performanslarıyla Idina Menzel ve Kristin Chenoweth bu cümleyi kurmamı engelliyor. Yine de büyük bir not ikiside Glee'nin kıdemli konuk oyuncularıdır!







  Hazır Oz'un cadılarından bahsetmeye başlamışken başka bir masal kahramanına Pamuk Prensese ve 
diğerlerine geçelim. Daha doğrusu Once Upon A Time demeye...



Once Upon A Time dizisine iki gün önce başladım ve şimdiye kadar türkçeye çevrilmiş bütün bölümlerini izledim. Tam bir bağımlılık yapan bu büyülü dizinin konusuna gelirsek;
Baş kahramanımız, yalnız kurt Emma Swan'ın 28. yaş gününde kapısını küçük bir delikanlı çalar. Bu çocuk, ki adı Henry, kendisinin Emma'nın yıllar önce evlatlık verdiği oğlu olduğunu ve Emma'nın yardımına ihtiyacı olduğunu söyler. Emma'yı yaşadığı yere Storybrooke kasabasına götüren Henry, ona bir hikaye anlatır. Henry, Emma'nın Pamuk Prenses ve yakışıklı Prensin kızı olduğunu, onların Korkunç Cadının laneti yüzünden bu kasabaya hapsolduklarını ve geçmişlerini hatırlamadıklarını söyler. Kasabaya hapsolmuş masal kahramanları yalnız onlar değildir; kırmızı başlıklı kız ve büyükannesi, külkedisi, Hansel, Gratel ve niceleri... Bunların hepsini elindeki masal kitabına dayanarak anlatan Henry onları kurtarabilecek tek kişinin Emma olduğunu söyler. Tabii Emma Henry'nin hiçbir dediğine inanmaz ancak Henry'nin iyi olduğuna inanana kadar kasabada kalmaya karar verir.


  Once Upon A Time beklediğimden sürükleyici ve kurgusu iyi bir dizi. Yaptıkları flashbackler akıllara gelen soruları yapbozun parçalarını birleştirirmişsiniz gibi cevaplıyor. Bence son dönemde yaşanan vampir, kurtadam sonra yine vampir, sonra yine kurtadam döngüsünden çıkmanın en iyi yolu bu dizi. Çünkü; farklı ama aynı zamanda tanıdık fantastik ögelere sahip. Ne de olsa çocukluğumuzda en çok güvendiğimiz ve sevdiğimiz şeylerin yani masal kahramanlarının hikayesi... 

  Veee gelelim Challenge ımın ilk kitabına; Bizim Kafenin Kızları'na;

  Bizim Kafenin Kızları yazar Laura Schaefer'ın ilk kitabı. Orjinal adı The Teashop Girls olan kitabın arka kapağı der ki;

  "Neden umursadığımız şeyler değişmek zorunda?"
Hayatın her döneminde, değişim, yaşanması gereken bir durumdur ama kimi zaman insan alıştıklarından da vazgeçmek istemez. 
  Annie Green için de "vazgeçmek" zor olur. İlk bakışta, çocukluğundan, arkadaşlarından, yerel bir işletme olan anneannesinin kafesinden vazgeçiş gibi görünen ama aslında sadece değişimin bir parçası olan farklılıkları kabul etmesi süreci onun için de sancılı geçer. 
  Büyüdüğünü, insanlar büyüdükçe ideallerinin değiştiğini, arkadaşların ya da dostların her daim bir arada olamayacaklarını, yeni dünya düzeninde büyük balığın küçük balığı sık sık yuttuğunu kabullenmesi... Çocukluk arkadaşlarıyla çaya hayran bir şekilde yetişen Annie, bütün çıkmazlarını ortaya dökerek kafesi ve geleneksel çay günleri için kızları bir arada tutmayı başarır.

  İşi gücü çay olan Annie, inanamayacağım bir şeyi başardı!
  Bana çayı sevdirdi!
  Evet, benim gibi bir kahve delisine çayı sevdirdi ya daha ne diyeyim size, aferin sana Annie. 



  Ne zamandır bloglarda görüp "Ay ne şeker bir şey bu alıp okuyayım bari" dediğim kitabı, D&R da 4 TL lik kitaplar arasında bulunca almamak gibi bir aptallık yapmadım elbette (ben de lafı ne dolandırıyorum di mi :) ). Aldığımada değmiş mi; elbette değmiş! Dışı ayrı içi ayrı şirin bir kitap bu. Öyküsünün yanı sıra içerisinde çok tatlı çizimler, çayla ilgili faydalı bilgiler ve eski çay kartlarının, reklamlarının fotoğrafları var. Zaten Epsilon Gençlik Kulübünden bir kitap okumayalı bayağı olmuştu. Bence kesinlikle siz de bir göz atmalısınız!

  Bu arada yazarın ikinci bir kitabı çıkmış; The Secret Ingredient. En yakın zamanda onu da okumak isterim. Şuradan da yazarın bloguna gidip çay sohbetlerini dinleyip, okuyabilirsiniz.

 En mükemmel çay – Annie green tarifi 
 Su kaynatın ama çok uzun süre kaynamasın.
 Su kaynadıktan sonra bir süre bekletin.
 Dolu dolu bir yemek kaşığı kadar en sevdiğiniz çay yapraklarını çaydanlığa koyarak üzerine     kaynattığınız suyu dökün.
 Yaprakların açılması ve demlenmesi için üç dakika bekleyin.
 Demlenen çayı önceden ısıttığınız ve en sevdiğiniz kupaya doldurun.
 Yudumlayın ve gülümseyin.



















16 Ocak 2012 Pazartesi

MOVES LIKE JAGGER...

You want the moves like jagger
I've got the moves like jagger
I've got the mooooooves... like jagger




Jagger'ın konuyla ilgisi yok sadece şarkıyı çok seviyorum :)

  İstanbul'a gelipte ilk uğrayacağım yer elbette Taksim'di, kaçışı olmayan bir yol bu!
  Anneciğimle yılların getirdiği bir alışkanlıkla(ki artık gelenek olmuş bu) Görevimiz Tehlike yi başbaşa izlemeye gittik. Ayrıca yeni bir gelenek; filmi Atlas Sinemasında izledik. Atlas Sineması böyle nostaljik, romantik bir ortama sahip. İşinize yarayacak bir bilgi vermek gerekirse; eğer Atlas Sinemasında ışıklar söndükten sonra salona girdiyseniz telaş yapmayın, orada basamak yok! Şuan söylediğim mantıksız geliyor olabilir ama bize bunu daha önce bir başkası söylemiş olsaydı yada içeride bir yol gösterenimiz; boşu boşuna salonda twist yaparak yerimizi arayıp ilk koltuğa benzer şeye oturmazdık!
  Her neyse Görevimiz Tehlike4: Hayalet Protokolü serinin diğer filmleri gibi bol aksiyonlu, eğlenceli kısacası tatmin ediciydi. Devamının gelmesini dilerim ancak, ne olmuş öyle Tom amcaya ya, six pack mix pack kalmamış deformasyona uğramış adam!

  Bunun dışında, filmde  bu sefer bir nükleer fizik profesörünü-ajanını arayan Ethan Hawk ve ekibi(çok havalı geldi böyle bir daha diyeyim Ethan Hawk ve ekibi :) ) bir fizikçi olarak içimdeki nükleer aşkını alevlendirdi, profesörün havasından olsa gerek; azcık spoiler ama adam Kremlin sarayını sırf ortada iz bırakmamak için patlattı! Ya!
  Ayrıca bugün yine boş durmadım ve dayanamayıp sahafların kapısına dayandım. Sanki okuyacak başka kitabım yokmuşcasına... Utanarak, sıkılarak ve çekinerek bildiririm ki ilk Stephen King ve V. C. Andrews kitaplarımı aldım. Bu kitaplardan birini Can Dündar'ın kitabıyla aynı anda okuyacağım zira adetimdir birkaç kitap birden okumak. 
  İlk hedefim V. C. Andrews'tu, oda arkadaşcağızımın tavsiyesi üzerine bakındığım ilk dükkanda amcadan bir Andrews kitabı istedim adam dükkanı boşalttı, oysa ben verdiği ilk kitabı almaya çoktan karar vermiştim bile... Kitabın ismi Rain( alma sebebim direk). 

Arka kapak der ki;
Gettoda büyüyen Rain Arnold, iyi bir evlat olmak için elinden gelen bütün çabayı gösteren bir insan, aynı zamanda çalışkan bir öğrencidir. Cüretkâr kız kardeşinin aksine, hayatta kalabilmek için caddelerde kol gezen tehlikelerden uzak durur... ve çok haklıdır. Fakat Rain, kendini yaşadığı dünyaya ait hissetmemektedir, kendi dünyasında bir yabancı gibidir. Ve bir gece duymaması gereken konuşmalara kulak misafiri olur. Geçmişinde saklı sırlar, yaşamını hayal edemeyeceği bir şekilde değiştirecektir. Göz açıp kapayıncaya kadar çok sevdiği ailesini bırakıp, hiç tanımadığı insanlarla, zengin Hudson ailesi ile yaşamaya gider. Fakat kendini bu zengin ve ayrıcalıklı dünyaya da yabancı hisseder. Belirsizlikler içerisinde kıvranırken, kurtuluşu özel bir tiyatro okulunun duvarları arasında bulur. Ama bütün bunlar yüreğinin derinliklerindeki boşluğu doldurmasına ve yuvam diyebileceği bir yere sahip olmasına yetecek midir?..
  Nasıııııl???

  Diğer kitabımız Stephen King'ten "O". Bu kitabı daha önce elbette birçok kez duymuştum almak şimdiye nasip oldu. Aslında size yalan söyledim. Evet, bu benim ilk Stephen King romanım değil! Bundan yıllar önce, ben daha bir orta okul çocuğuyken King'in Tılsım isimli kitabını okumaya başladım. Beni deliye döndürüp, korkudan panik ataklara yol açacak bir kitap olmasını çok istedim. Belki de sorun buydu, belki de King'ten beklentim çok yüksekti. Ama o zamanlar aradığımı onda bulamadım ve King'le yollarımı ayırıp daha en başından aramıza bir sınır çizdim(ne abarttım ben de!)
  Aşağıda ki kapak bende ki kitapla aynı değil ama çoğu kişi kitabı bu kapağıyla bilir. Hem bu daha iyi; baktın olmuyor, korkmuyorsun aç kapağa bak(biliyorum sizde palyaçolardan en az benim korktuğum kadar korkuyorsunuz :D )

Arka kapak der ki;
Yıllar önce çocukluk kâbuslarına giren ‘O’ tüm kötülükleriyle geri dönmüştü. ‘O’ nu yok etmeleri için korkularını yenmeleri ve birlikte hareket etmeleri gerekiyordu.
Ama bu hiç de kolay değildi, çünkü ‘O‘ şeytanın kendisiydi. 
UUUU...
  Stephen King'in kitaplarına belki hiçbir zaman hayran olamayacağım ama King kitaplarından uyarlanmış filmlerin hastasıyım. The Shining, The Shawshank Redemption, Misery... Ahh ahh... Onları başka bir postta yadetmek dileğiyle, umarım yazım çok uzun değildir( ki uzun), umarım sıkılmamışsınızdır(ki sıkılmayın), iyi geceler...

PS1: Blogger'ın yazım denetleyicisi beni korkutuyor! Çekemiyor beni! TDK açık yazacağım!!! bundan sonra! 
PS2: Bugünün yazısını yarına bırakma dedim kendime ve başardım! 00:00 a ramak kala bitirdim :)


  

15 Ocak 2012 Pazar

2012 HEDEF LİSTEMDEN BİR KUPLE



  • Bizim Kafenin Kızları- Laura Schaefer (daha yeni bitirdim aslında, yeni yılın ilk kitabı, postu yolda...)
  • Canım Erdalım, Sevgili Babacığım- Can Dündar (şimdi bunu okuyorum)
  • Noel'de Cinayet- Agatha Christie (kütüphaneden bir ganimet, 3 haftalık tatilimde bitirmem lazım)
  • Noel Kekinin Gizemi- Agatha Christie (kendime aldığım yılbaşı hediyem ve söylemeye utanıyorum ama ilk Agatha romanım)
  • Doğu, Batı- Salman Rushdie (Tüyap ganimetim)
  • İmparator Çay Bahçesi-Nazlı Eray(Tüyap ganimetim ve sadece 2 TL idi :) )
  • Kayıp Gölgeler Kenti- Nazlı Eray (Tüyap ganimetim ve sadece 2 TL idi :) )
  • Arzu Sapağında İnecek Var- Nazlı Eray(yarım kaldı ama telaşa gerek yok mutlaka bitecek!)
  • Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri- Chris Priestley(bloglarda sıkça görüp kıskandığım Tüyap ganimetim)
  • Yürüyen Şato- Diana Wynne Jones (bloglarda sıkça görüp kıskandığım başka bir Tüyap ganimetim)
  • İmkansızın Şarkısı- Haruki Murakami (elbet birgün alacaktım ama sinirlenip alacağım hiç aklıma gelmemişti!)
  • Julie&Julia- Julie Powell (oda arkadaşım Elifnur'un hediyesi:) )
  • Adı Aylin- Ayşe Kulin (taa sahaf festivalinden, yarım kalmış bir kitap)
  • Küçük Mucizeler Dükkanı- Debbie Macomber (Tüyap'ta Tess Gerritsen çılgınlığımın yanında poşete girmiş bu da Allah Allah :) )
  • Guguk Kuşu- Ken Kesey (Sahaflardan...)
  • Kayıp Sembol- Dan Brown (bunun karşılığında tüm ÖSS hazırlık kitaplarımı vermiştim, her şeye bedel o :D )
  • Geceyarısı Çocukları- Salman Rushdie (güzel, hoşta bitiremedim!)
  • Asi Melekler- Danielle Trussoni (Olgunlarda satıcıdan korktuğum için yapmış olduğum bir hata ! )
  • Kalemimin Sapını Gülle Donattım- Ferhan Şensoy (elbet biteceksin!)
  • Che Guevara Yoldaş- Jorge G. Castaneda (2 yıl öncesinin Tüyabından)
  Elbette listem bu kadar değil, bir bu kadar daha var yalnız bunlar öncelikli olanlar. Hedefi önce küçük tutmak istedim.
  Bizim Kafenin Kızları postunda görüşmek üzere...

YENİ YIL, İLK CHALLENGE!

                                                        
                                 


50 Books in a year 2012 challenge!
  Kitap bloglarında mutlu mutlu gezinirken sevdiğim birkaç blogda gördüm bu challenge ı hemen girdim http://zimlicious.blogspot.com a ve bende katıldım bu güzel olaya. Hedefimiz 1 yılda 50 kitap okumak. Biraz zor gibi aslında ama bazı çerez kitapları da olaya katarsak, bir de benim aynı anda 2, 3 kitap birden okuduğumu sayarsak başarmamak için bir mani yok gibi.
  Aslında okuyacağım çoğu kitap şimdiden belli. Ne zamandır alıp alıp depoladığım, yarım bıraktığım kitapları bitirmek bu challenge ın yan hedefi benim için. Tabî güzel üniversitemin (Bilkent Üniversitesi), muhteşem(yo abartmıyorum!) kütüphanesinden de faydalanacağım ama bir daha ki postta yazacağım liste önceliklidir!
  Haydi iyi okumalar bize...

14 Ocak 2012 Cumartesi

MERHABA...



Blog aleminin sıkı bir takipçisi olarak en sonunda bir blog yazarı olmanın zamanı geldi diye düşünüyordum. Üniversitenin ilk döneminde notlarıma aldığım darbeyle, hayata küsüşün kıyısından dönmüş, başı mı kaldırmış ve yoluma aldığım bu dersle devam etme kararı vermiş bulunmaktayım(evet hep böyle uzun cümleler kurarım :) ). Hazır bu tatilde işsizken kendime yeni bir meydan okuma seçtim ve gelecek dönemi parça etkili bomba misali patlatma niyetindeyim. Kötü anlamda değil ama. Şu an üç haftalık bir tatile girdim. Gelecek dönem alacağım dersleri buraya yazıp, A'larla olan mücadelemi sizinle paylaşacağım. Bir dönemlik işsiz bir fizikçi olarak değişik dersler almak niyetindeyim . Naçizane üniversitem, yeni dönem için ders kayıtlarına başlar başlamaz ben de hemen CHALLENGE ACCEPTED diyerek, bu yola baş koyacağım. Ama sanmayın öyle ben sadece dersiyle, notlarıyla kafayı yemiş bir fizikçiyim, Freak olmam oradan gelmemekte. Kitaplara ölümüne düşkün, bir GLEEkolik, bir yazar( üniversitemizin Atatürkçü Düşünce Topluluğunun kültür yayını Çınar'da yazmaktayım ki sizinle de paylaşacağım), Ankara'da okumaya zorlanmış(ya da kendi kaşınmış) bir İstanbul delisiyim ben! Nice postlarda görüşmek dileğiyle, sizleri birçok kez maruz bırakacağım GLEE nin en sevdiğim şarkılarından birini sunarım...